IRCDefteri - En İyi IRCForum Sayfasi
  SohbetYaz.Com


 Kayıt ol  Bugünkü Mesajlar  Arama

Etiketlenen üyelerin listesi

1Beğeni(ler)
  • 1 gönderen meLanie

Yeni Konu Aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 26.Ekim.2023   #1
Çevrimiçi
Bizimkiler.Net
Sevginin Gözyaşları


Gözlerini açtı, uzandığı yerde yana döndü. Bakışlarını çayırın üzerinde usul usul gezdirdi. Bir süre sonra doğrulup oturdu. İçinde anlatılması güç bir kıpırtı; arınmış yunmuş, gökteki güneşin ışıması gibi bir coşku vardı. Gelip çıplak ayağının üstüne konan bir gelinböceğine ilişti bakışları. Ne denli güzel bir yaratıktı şu böcek! Değirmi, kırmızı kabuğundaki yedi kara beneği tek tek saydı. Şunun, şimdi gelip de şu koskoca çayırda, tam da kendisini bulması olsa olsa hayra alâmet olabilirdi ancak! Yüreğindeki pırpırlı sevinç bir kat daha çoğalmıştı şimdi.
Dikkatlice eline aldığı böceği havaya doğru tuttu, hafifçe üfleyerek uçmasını sağladı. Ayağa kalktı, gözleriyle yöresini taradı. Ortalık ılık bir ışık içinde şavkıyıp duruyor, renklerin birbirini kıskandırmak isterce bezediği, irili ufaklı, türlü çeşitli böcekler boy boy çiçeklere inip kalkıyor, emdikleri balözünün tatlı rayihasıyla kendilerinden geçerek, kanacıklarını uğundura uğundura uçuşup duruyorlardı.
Öteden, geniş bir çiçek öbeğinin böğründen havalanan büyülü bir ışığa batmış yüzlerce kelebek yaldırdayarak bu yana geldiler. Birbirleriyle raks ederek, pırıltılı bir kanat yumağı halinde havada kavisler çizdiler. Sonra Sevgi’nin başının tam bir karış üstünde halkalanıp doğanın tekmil renklerini yansıtan bir taç oluşturdular ve orada öylece dönenip durmaya başladılar. Az sonra, bu muhteşem mutluluk cümbüşüne çayırı çepeçevre kuşatan ağaçlar da dallarını, gövdelerini salındıra salındıra eşlik etmeye başlamışlardı. Artık ağaçlar, kuşlar kelebekler, velhasıl cümle börtü böcek; saçaklı duvaklı tiril tiril bulutlar, gökteki mavi, bu maviye karışan ığıl ığıl akan derenin şırıltısı hep bir olup bu coşkuya ortak olmuştu.
Ta uzaklardan, soluk pusuk seçilebilen bir doğan aniden koptu geldi, yaklaştı yaklaştı, tam bu sevinç dünyasının ortasında hızına hız katarak, artık insanoğlunun gözlerinin takip edemeyeceği bir mermi misali göğe burgulandı. Gözden yiter gibi olduğu anda birden çark edip, yine o akla hayale sığmaz hızla suğulup Sevgi’nin omuzbaşına kondu, duruldu, gagasını usulca yanağına yasladı. O gelince hiçbir kuş ürkmedi, hiçbir kelebek titremedi. Bu bir alıcı kuştur demedi... Herkes, her şey, tüm doğa kendini bu eşi menendi olmayan mutluluğa öylesine kaptırmıştı ki!.. Sevgi doğan’ın gagasını okşadı, hafifçe öptü, öpmesiyle doğan yine aynı hızla geldiği yönde bir kıpıda yokolup gitti.
Sevgi, günbatısı lâciverde boyanıp incecik bulutların kıyıları kızıllanana değin orada kaldı. İçindeki coşmuşluğu oradaki küçük büyük bütün canlılarla; dumanlı dağlar, buğulu ovalar, zümrüdî ormanlarla; hohlasan dağılacakmış gibi salınan bulutlar, dünyayı sevecenlikle sarmalayan güneşle doyasıya paylaştı. Sevincini bir ırmak yapıp akıttı, akıttıkça coştu, coştukça çağıl çağıl bir çağlayan olup çıkıverdi.


.....
Kulübenin berisinde, yolağın iki yanında açmış, el ayası büyüklüğündeki papatyalardan birini aldı, yapraklarını tek tek koparırken dudakları kıpırdamaya başladı: “Çıkacak... Çıkmayacak... Çıkacak... Çıkmayacak...” Kopardığı son yaprağa denk gelen sözcük yüzünü ışıtmaya yetmişti: Evet, çıkacaktı!.. Beklediği, daha doğrusu hayalini kurduğu kişi bir gün mutlaka karşısına çıkacaktı. Ve o kişiyle yaşamını birleştirecek, ikisi, sevgilerin en derinini içinde barındıran tek bir yürek olup ömürlerinin sonuna dek mutlu mutlu atacak, birbirlerinin gözlerinde, hiç durma birbirlerine olan sevdalarını okuyacaklardı. Şu köhne kulübe sıcak mı sıcak bir yuvaya dönüşüp, dilden dile dolaşan bir sevi masalına tanıklık edecekti.
Çabucak koştu, kulübenin az yanına düşen, ince, uzun gövdesini gökteki bulutlara doğru uzatmış servinin hemen arkasındaki, çevresini neredeyse iki insan boyundaki bitkilerin bir çit olup kuşattığı, her türlü gözden ırak yere geldi. O gelince, etrafı, duyulur duyulmaz, insanın yüreğini inceden inceye ılıtan, başını bir hoş eden bir şarkı kaplayıverdi: Allı pembeli, sarılı yeşilli, aklı mavili, envai türlü çiçek hep bir ağızdan ona şarkı söylüyordu. O da katıldı onlara, başladı onlarla birlikte, belki de yeryüzünde hiç kimseciklerin daha önce duymadığı, aklının havsalasının almayacağı güzellikteki sesiyle, o en duygulu, o insanı kendinden geçiren sevda şarkılarını akşamın alaca bağrına doğru söylemeye... Sesi dalga dalga yayılıyor, ormanları, uçsuz bucaksız ovaları dolanıyor, sisler ardında yitip gitmiş heybetli dağların karlı doruklarını yalayıp geçiyor, oradan yansıyıp yıldızların pırıltılarına pırıltılar kattıktan sonra gelip dünyada ne kadar insan varsa, erkeği kadını, yaşlısı genci, zalimi merhametlisi, topunun yüreğine aşk, iyilik, sevecenlik, dostluk ve bunlara dair ne varsa, işte o duyguların tohumlarını ekip ona geri dönüyor, orada yeni bir sevgi çiçeğini daha filizlendiriyordu...


.....

Günler geceleri, geceler günleri uğurlamış, Sevgi her gün kırlara koşmuş, heyecanını, her geçen günle daha da yoğunlaşan sevgisini uçan kuşlara, hep telaşlı bir şekilde körelerine bıkmadan usanmadan bir şeyler taşıyan karıncalara, delice uçan sert bakışlı doğana, dereye susuzluklarını gidermeye gelen cerenlere anlatmıştı. Çiçekler, artık ezbere bildikleri bu öyküyü birbirlerine, kuşlar da öteki göçmen kuşlara aktarmışlar, dağlar başlarının üzerinden süzülüp geçen bulutlara, bulutlar da gittikleri uzak diyarlarda bunları anlata anlata bitirememişler, böylelikle bu sevda masalını duymayan, bilmeyen kalmamıştı.


.....
Yedinci günün şafağında, güneşin pencereden içeri süzülen ilk ışıklarıyla yatağında doğruldu Sevgi, tatlı tatlı gerindi. Yüzünde yine o her zamanki tebessümü, gönlünde tüm evreni sarmalamaya yetecek sevinciyle dışarı çıktı. Kollarını kavuşturdu, başını sanki birisinin omzuna yaslıyormuş gibi yana eğdi, etekleri uçuşarak kendi çevresinde şöyle bir döndü. İçindeki o engin duygu, yüreğinin her yerine hâkim olmuştu yine. Dünya ondan daha önce uyanmış, bitmez tükenmez sevgisiyle üzerinde barındırdığı canlılarıyla yeni bir güne hazırlanmanın telaşını yaşıyordu.
Kulübenin damına konan bir serçeye göz kırptı, bir ağacın dalında kuğuran bir çift kumruya el salladı, güneş ışığının çağmış olduğu ormanın üstünde dönenen doğana öpücük gönderdi... Hayır, ne yaparsa yapsın içindeki çağıltıyı dizginleyemiyordu!.. O günkü papatya falı geldi aklına birden... Evet, çıkacaktı! Papatya, o dünyalar güzeli papatya yanılacak değildi ya!.. Ah, bir de ne zaman olacağını bilebilseydi, ne güzel olurdu!..
Dudaklarında bir şarkı, gönlünde gemi iyice azıya almış neşesi, içi içine sığamayıp taşar olmuştu ki, uzaktan uzağa kulaklarına çalınan yanık bir kaval sesiyle birden sustu, olduğu yerde hiç kımıldamadan, hiç soluk almadan, neredeyse yaşadığı bile belli olmamacasına dikildi... Yöresine, dolayına bakınıp bu koygun, koygun olduğunca onu kendine çeken, beynine, duygularına hükmeden sesin yönünü tayin etmeye çalıştı. Nihayet kıpırdadı, kendinden geçmiş bir durumda bir o yana, bir bu yana bir adım attı, durakladı, ardından bir adım da öte yana attı. Yüreği güp güp vuruyor, vura vura göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi oluyordu. Yüzü al al olmuş, bedeni birden tere batmıştı. Dayanamadı, kendini sezgilerine teslim ederek, başladı koşmaya... Derenin küçük, ahşap köprüsünü geçti, karşı yakasındaki ulu çınarın yakınında birden durdu... Kaval sesi buradan geliyor ama ortalıkta kimse görünmüyordu... Yavaşça ağaca yaklaştı, bir kulaç genişliğindeki yaşlı gövdeyi dolanıp arka yana geçti ve onu gördü: Adam, hep hayallerini kurduğu, bütün rüyalarına giren o adam sırtını çınara verip oturmuş, gözleri yumuk, dünyasından geçmiş bir halde elindeki kavalı üflüyordu. Onun geldiğini fark etmemişti bile... Değil onun, çevresindeki hiçbir şeyin farkında değildi zaten! Sevgi sessizce, adamı rahatsız etmekten çekinerek karşısına diz çöktü, kulak kesildi. Kavaldan yayılan nağmeleri tüm bedeni, tüm varlığıyla dinliyor, onun da içi, adamın üfleyişine göre, bir sevinçlerin en büyüğüne gark oluyor, bir hüzünlerin en deriniyle sarsılıyordu. Adam gözlerini hiç açmadı, Sevgi ise hiç kapamadı. Biri çaldı, öbürü dinledi... Gün yoruldu, akşam gökteki pırıltıları uyandırdı, gece indi... Adam bir an olsun duraklamadan üfledi, Sevgi de bir an olsun gözlerini onun üstünden ayırmadan onun ezgilerini yüreğinin en ücralarına nakşetti...
Tan ağardı, çevren alacalandı, adam çaldı, Sevgi efsunlanmış gibi onu dinledi. İkisi de hiç yorulmadılar, hiç uyumadılar.
Sonra, kuşluk vakti, açtı adam gözlerini ve gördü karşısında oturup gözlerinin mavisine bakmakta olan yeşilleri. Ve görmesiyle, o yeşillere vurulması bir oldu. O anda sadece bir ‘of’ dedi, vurgun yemiş gibi, başka da bir şey demedi... Gözleri o menevişlenen yeşilde, kavalıyla birlikte öylece susakaldı... Onun susmasıyla birlikte, her taraf da sessizliğe bürünüvermişti. Bir anda hiçbir yerden hiçbir ses duyulmaz olmuştu. Yanlarından akan dere şırıltısını, kuşlar şakımalarını, orman hışırtısını kesmiş, sarılı kahverengili yabanarıları vızıldamaz olmuştu. Tek duyulan, iki kalbin, sanki yüzyıllar, hatta binyıllardır birbirini arayıp da ancak şimdi buluşabilmiş bu iki kalbin atışlarıydı. Ve şimdi tüm dünya âlem susmuş, bu atışları dinliyordu...
Adam Sevgi’nin gözlerinden alamıyordu kendini. Sevgi de onunkilerden. Yeşille mavinin vuslatıydı bu... Mavi o yeşille harmanlanıyor, gidip üzerine bir çiy incisi düşmüş bir ağaç yaprağına dönüşüyor, sonra da bir bulut geçiğinin hafiften ıslatmış olduğu, ilkyaz güneşinin sıcaklığında mutlu mutlu gerinen yemyeşil bir çayır olup çıkıveriyordu... Yeşilse, varıp kendini bir çiçeğin maviliğinde yitiriyor, daha ne oluyor diyemeden uçsuz bucaksız bir denizin ipiltili mavisine karışıp gidiyordu.
Yeşille mavi, güneş onları usulca terk edene dek birbirlerine aktılar. Ne Sevgi bir şey dedi, ne de adam... Ne beriki soluk aldı, ne de öteki... Neden sonra, yıldızların arasından bir kuyrukluyıldızın ışıl ışıl olup aktığı o anda, aralarına bir ses düştü:
“Ben Sevgi...”
“Ben de Hüsran...”
Adam yavaşça uzandı, Sevgi’nin elini tuttu. Eldeki sıcak narinliğe şaştı.
“Sen O’sun!”
“Evet!..”
“Seni ben...”
“Evet?..”
“Seni ben yıllardır arıyordum.”
“Biliyorum.”
“Ama sonunda ben seni değil, sen beni buldun...”
“...”
“Seni aramadık yer bırakmadım... Dağlar mı dersin, ovalar mı; yaylalar mı dersin, koyaklar mı... Vurdum kendimi yollara, bir gezgin olup çıktım... Aşmadığım deniz, geçmediğim ırmak kalmadı... Bir faninin aklına gelebilecek her yerde aradım seni... Gece demedim, gündüz demedim... Umudumu hiç köreltmedim çünkü biliyordum... Bir saniye bile olsun tereddüt etmedim, gönlümü bulandırmadım. Ve işte...”
Daha fazla konuşmadılar... İrili ufaklı pırıltıların kaynaştığı gök kubbenin altında ayağa kalktılar. El ele, gönül gönüle, gecenin içine doğru yürüdüler...
Emre bunu beğendi.
  Alıntı ile Cevapla

IRCForumda.Net Reklamlar
sohbet isami sohbet
Cevapla



Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık